TOPLUMUN NÖROBİYOLOJİK AYNASI: AYNA NÖRONLAR
- Gri Psikoloji

- 5 Kas
- 2 dakikada okunur

Ayna nöronlar, karşımızdaki kişiyi sadece izlediğimizde bile yaptığı davranışları taklit ederek öğrenme eğilimimizdir. Beynin belirli bölgelerinde özellikle premotor korteks, insula bölgelerindeki sinirlerin aktifleşmesiyle gerçekleşir. Örneğin karşımızdaki kişi elini kaldırdığında bizdeki o eylemi kontrol eden motor nöronlar harekete geçer. Beyin, sanki o hareketi siz yapıyormuşsunuz izlenimi alır. Başkasının davranışını ‘ayna’ gibi kendine yansıtır.
Çocuklarda öğrenme ve duygusal gelişimin merkezi ayna nöronlardır. Bebekler dünyaya ilk geldiklerinden itibaren çevrelerindeki yüzleri, sesler, duygusal tepkileri gözlemler. Örneğin anne gülümserse bebek de gülümser, anne kaygılıysa bebek de huzursuz hisseder. Bu durum duygusal eşduyumun ilk başlangıcıdır.
Taklit oyunları sayesinde çocuklarda nöronlar yoğun bir şekilde çalışmaya başlar. Aynı zamanda öğrenmenin kalıcılığının da yoğunlaştığı dönemdir. Örneğin doktorculuk oyunu oynanan bir çocuk doktorun ne olduğunu öğrenir ve unutması zor hale gelir.
Okul çağındaki çocuklarda sosyal beceri gelişimi de ayna nöronların bir sonucudur. Çocuk burada hem ailede öğrenmesiyle hem de akran etkileşimiyle paylaşmak, sırayı beklemek ve empati kurmak nedir bunları gözlemler. Uygulama fırsatı yakaladığı anda da bu davranışlar pekişmeye başlar.
Eğer çocuk duygusal olarak yansıtılmayan, göz teması kurulmaya, taklit oyunları oynanmayan bir ortamda büyürse, ayna nöron sisteminin gelişmesi yavaşlayabilir. Bu durumda sosyal ilişkilerde çekingen, duygusal olarak donuk veya başkalarını anlamada yetersiz olan bireyler yetişebilir.
Peki ayna nöronların bu taklit özelliği toplumda karşımıza nasıl çıkar?
Günümüzde hızla gelişen estetik algılar, tüketim çılgınlığı ve moda akımları bunun bir sonucu diyebiliriz. Bahsedilen nöronlar bizi gözlemlediklerimizi içselleştirmeyi öğretir. Sosyal medyada karşımıza çıkan belirli ve standart olarak gösterilen beden tipleri, yaşam tarzları, yüz hatları, giyim, estetik görüntüleri gördüğümüzde beynimiz bunları ‘normal’ hatta ‘arzu edilen’ olarak içselleştirir. Bu sebeple ‘ben de böyle görünmeyeliyim, ben de bundan almalıyım, ben de böyle yaşamalıyım’ düşüncelerini inanır ve gerçekleştirmeye çalışırız. Bir süre sonra aşırı karşılaştırma, beden algısı bozukluğu, yetersizlik ve özgünlük kaybı gibi sonuçlar ortaya çıkabilir. Hatta bazen beynimiz bu taklitleri içselleştirmese bile ‘ait olma’ eğilimi ile bu davranışları gerçekleştirir.
Sosyal ortamlarda gördüğümüz ideal veya güzel olarak kodlanılan belirli yüz hatları, vücut formları da ayna nöronlarımızın ateşlenmesine neden olur ve karşılaştırma, taklit başlar. Bir süre sonra bireyler kendilerini bu formlardaki yüzlerle, tiplerle karşılaştırır ve ‘ben yabancıyım’ düşünce kalıpları oluşmaya başlar. Çünkü bu sistemin mekanizması gördüğünü taklit etmektir. Günümüzdeki estetik algıların bu denli hızlı değişimi kültürel etkilerin beraberinde nörolojik bir yankının sonucudur.
Yani estetik algıların homojenleşmesi aslında beynimizin ‘görüp özdeşleşme eğilimi’ ile ilgili bir sonuçtur.
Maruz kaldığımız şiddet ve travmatik içerikler de bu taklit mekanizmasını aktif eder. Başlangıçta birinin acı verici duygusunu görmek bizi zorlarken sürekli bunları maruz kalmak ve bunun sıradanlaşması zamanla alışmamızı geliştirir. Empati azalması artık bu durumlara tepki vermemize engel olur. Örneğin haberlerde çıkan kavga, savaş görüntülerine artık sıradan bir olaymış gibi hissetmemize neden olur.
Duygusal bulaşma da aynı noktadan bize etki eder. Ayna nöronlar sadece davranışları değil duyguların da yansımasında görev alır. Birinin üzüldüğünü gördüğümüzde biz de otomatik davranış olarak üzülürüz. Birinin fiziksel olarak canının yandığını gördüğümüzde sanki aynı yerde biz de bir acı yaşamışız gibi davranırız. Aynı bu şekilde toplumda yoğun kaygı, öfke, panik ve mutsuzluk hali varsa bu duygular da çabuk yayılır. Örneğin doğal afetlerden etkilenen insanları gözlemlediğimizde biz bu duruma maruz kalmamış olsak bile benzer duyguları anlayabilir ve hissedebiliriz. Yani bu duygu ayna nöronlar ile kolektif kaygı haline dönüşmüş olur.
Sonuç olarak ayna nöronlar, insan olmanın nörolojik temelini oluşturduğu kadar toplumsal etkileşmenin de temelini oluşturur. İnsanları birbirine bağlarken aynı zamanda toplumsal duyguların, algıların ve davranışların sessiz ve görünmeyen taşıyıcısıdır.
Yazar: Psikolog Aleyna KAYA



Yorumlar